AKP’den ilk darbeyi Uzan medya grubu yedi Genç Parti lideri Cem Uzan’ın, Erdoğan’a karşı sert eleştirilerinin faturası ağır oldu. TMSF, borcu nedeniyle Uzan grubunun gazete ve televizyonlarına el koydu.
Türkiye 1999 ve 2001 krizlerinin ardından muhafazakâr demokrat bir çizgide siyaset yapacağını söyleyen AKP’yi önemli bir çoğunlukla TBMM’ye taşıdı. Türkiye uzun bir aradan sonra koalisyon hükümetleri döneminden çıktı ve tek parti iktidarıyla istikrar yakalama umudu elde etti. AKP’nin elde ettiği büyük çoğunluk aslında toplumun tüm kesimlerine bir anda umut verdi. Basın kuruluşlarının ve basın mensuplarının da AKP iktidarından beklentileri fazlaydı. AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin büyük bir zaferle çıktığı 3 Kasım 2002 seçimlerinin ardından aldığı şiir okuma cezası yüzünden seçimlere giremedi ve milletvekili seçilemedi. Buna rağmen basın kuruluşları AKP Genel Başkanı olarak Recep Tayyip Erdoğan ile kelimenin tam anlamıyla iyi geçindi.
Erdoğan’ın gezileri manşetlerde Erdoğan’ın batı ülkelerine düzenlediği seyahatler ve yaptığı görüşmeler gazetelerin sayfalarında önemli yer buldu. Bir anlamda muhafazakar demokrasi toplum nezdinde meşruiyet kazanmaya başlamıştı. Basın bunun zeminini hazırladı. Erdoğan ileriki dönemde “Milli Görüş” gömleğini çıkardığını söyleyecekse de, 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra bu gömlek çoktan çıkmıştı. AKP bir anda Türkiye’nin batıya açılan ılımlı yüzü olarak tüm dünya tarafından kabul edildi. Buna basının da önemli bir desteği oldu.
GENÇ PARTİ YÜKSELİŞİ
3 Kasım 2002 seçimlerinde beklenmedik bir başka olay daha yaşandı. Star Medya Grubunun o dönemde başında olan Uzan Ailesi’nin büyük oğlu Cem Uzan kurduğu Genç Parti ile kısa zamanda yüzde 7.25 gibi ciddi bir oy topladı. Cem Uzan’ın genel başkanlığındaki Genç Parti’nin kısa zamanda bu kadar oy toplamasının nedeni olarak medya grubunun önemli bir desteği olduğu da gözlerden kaçmıyordu.
AKP UZAN'IN HEDEFİNDE
Genç Parti genel başkanı seçimlerden sonra da söylemlerini sertleştirerek siyasal hayata devam etti. Genç Parti liderinin hedefinde AKP olduğu kadar, AKP’nin genel başkanı Erdoğan’da vardı. Bu muhalefet pek hoş karşılanmadı. AKP’nin ilk icraatları arasında Uzan’ın bu sert siyaset anlayışına cevap vermek geldi. Böylelikle ilk darbeyi Uzan’ların medya grubu yedi. Cem Uzan’ın sert muhalefetinin ilk sonucu elindeki medya grubunu kaybetmek oldu. Uzan ailesinin borçları nedeniyle bu grubun gazete, televizyon ve radyolarına el konuldu. TMSF bu grubun mallarına el koyunca medyaya da bir anlamda ilk müdahale gelmiş oldu. Burada bunun sebepleri uzun uzun tartışılabilir elbette. Sonuca bakılacak olursa, kamuoyu bunu medyaya ilk müdahale olarak algıladı.
STAR GAZETESİNİN SATIŞI
Star Medya’nın TMSF’ye geçmesi Uzan ailesinin borçlarından dolayı olmuştu. Ancak hukukun karar vermediği bir durum olarak bu konu üzerine çok yazıldı ve çizildi. Sonuç olarak AKP’yi sert eleştirmenin ilk meyvesi bu olmuştu. Bu olay, hukuki boyutuyla her ne kadar tartışılır olsa da gelecekte olacakların da bir habercisi gibiydi. Star Medya grubu TMSF’ye geçtikten sonra tartışmalar gazete ve televizyonların satışında da sürdü. Uzan ailesine ait medya grubuna bağlı televizyon ve gazeteleri daha sonra satın alanlardan bazıları da AKP iktidarı ile sert tartışmalara girecekti. Özellikle Star gazetesinin satışı çok tartışmalı bir konu olarak kamuoyunu meşgul etti. Aynı zamanda bu tartışmalarla birlikte basın tarihine bir vaka olarak geçti.
YANDAŞ MEDYA TARTIŞMASI
Basın tarihine geçen bu tartışma beraberinde yazı dizisinin başından beri üzerinde durduğumuz yandaş tartışmasını da gündeme getirdi. Bizden olanlar ve olmayanlar ayrımının siyasetteki etkilerinin konuşulması devam ederken, bu satışlarla birlikte AKP’ye yöneltilen en büyük eleştirilerin başında iktidar yandaşı medya yaratılıyor yargısı oldu.
AKP diğer iktidarlar döneminde olduğu gibi kendi yandaş basınını yaratıyordu. Elbette buna paralel olarak kendi sermaye sınıfını da yaratmaya başlamıştı. Bunlarla birlikte tartışılan konular arasında gerek Erdoğan’a, gerekse AKP’ye yakınlığıyla tanınan iş adamları da geldi.
Basın kendisini yine kurtaramadı
Tüm bu süreç içerisinde elbette basın kendisini yine kurtaramadı. AKP döneminde en çok tartışılan konular arasında Başbakan Erdoğan ile basın kuruluşları arasında yaşanan tartışmalar geldi. Bunun yanında yine en çok tartışılan konu yandaş medya, muhalif medya oldu. Aslında
bu basın mensuplarına da zarar veriyordu. Gazetelerinde yazı yazanlar fikirlerini ortaya koymaktan çok iktidarın sesi, muhalefetin sesi gibi yakıştırmalarla karşılaştı. İçinden geçtiğimiz süreçte yaşanan tüm olaylar bu kapsamda algılanmaya başlandı. AKP iktidarının toplumsal zeminde sık sık yarattığı gerilimlerden basın fazlasıyla nasibini aldı. Bir anlamda artık basında objektiflik kavramı unutulmaya başlandı.
Medya iktidar ilişkileri
Sosyolog Emre Kongar, bir yazısında iktidar-medya ilişkilerini şöyle değerlendiriyordu:
“Emin Çölaşan, Hürriyet gazetesindeki köşe yazarlığına son verilmesinden önce de, bizzat kendisi bir olaydı.
Hürriyet ile ilişiğinin kesilmesinin önemini anlamak için hem Çölaşan’ı, hem de işine son verildiği sıradaki Türkiye’yi, Türkiye’deki medyayı, medya-iktidar ilişkilerini irdelemek gerekir.
* * *
Türkiye’de medya, esas olarak (Cumhuriyet dışında) bir yanda dinciler, öte yanda iktidara bağımlı holding sermayesi tarafından kontrol edilen bir yapıya sahipti.
Gazetelerin dağıtımı, bir çoğunun basımı ve televizyon kanallarının büyük bir kısmı iki büyük medya grubunundu:
Doğan grubu ve Ciner grubu.
Ciner grubuna, seçimlerden önce bir hayli tartışmalı bir hukuki süreç ile TMSF tarafından el kondu, grubun gazete ve televizyonlarıyla birlikte basım ve dağıtım şirketleri de AKP iktidarının denetimine alındı.
Böylece daha önce, Doğan ve Ciner grupları arasındaki serbest rekabete dayalı piyasa, AKP iktidarı ile Doğan grubu arasında paylaşılan bir tekele dönüştü.
Her iki grupta da önemli görevler yüklenmiş olan Fatih Altaylı’nın iddiasına göre, Çölaşan’ın işine Doğan ve Ciner grupları arasındaki serbest rekabetin sürdüğü sırada da son verilmesi düşünülmüş ama rakip gruba geçebileceği olasılığından dolayı uygulamaya konulmamış, ancak Ciner grubuna TMSF tarafından el konduktan sonra operasyon gerçekleştirilmiştir.
* * *
Türkiye, AKP iktidarının hem Meclis’i hem de Cumhurbaşkanlığı’nı denetleyeceği bu dönemde, her türlü siyasal özgürlükle birlikte medya özgürlüğünün de tehlikede olduğu bir noktaya gelmiş görünüyor.
Nitekim Başbakan, Gül için ‘Benim Cumhurbaşkanım olmayacak‘ diyen Bekir Coşkun’a bir televizyon programında ‘O zaman çık bu ülkenin vatandaşlığından’ yanıtını veriverdi.”
Sansürün ölçüsü yandaşlık veya karşıtlık oldu
Gazeteciler sadece iktidara yakınlıkları, muhalefete yakınlıkları gibi durumlarla algılanmaya başlayacaktı. AKP’nin toplumsal politikalarında, izlediği siyaset anlayışının basına yansımasının önemli sonuçlarından bir tanesi bu oldu.
BİLGİ KİRLİLİĞİ HIZLANDI
Basın kuruluşları gergin sosyal ortamların bir parçası haline gelmeye başlıyordu. Yaşanan sorun artık sansürün ve yasakların da ötesine geçmeye başladı. Sansürün yerine yandaşlık, karşıtlık gibi algılar kendine yer buldu. Elbette bu kavramların ortaya çıkmasında en önemli nedenlerden bir tanesi de bilgi akışındaki önlenemez hız oldu. Bilginin yayılmasındaki hız, bilgi kirliliğini beraberinde getirmeye başlayınca herkes kendi görüşü doğrultusunda yayın yapan kuruluşların verdiği bilgiye, habere inanmaya başladı. Sonuç itibariyle basın öyle bir mutfak haline geldi ki, herkese servis yapan bir üretim merkezi oldu. Bilgi çarpışması arttıkça tartışmalar da beraberinde geldi. AKP dönemindeki basın-iktidar ilişkilerini incelerken diğer dönemlerden farklı olarak ortaya çıkan bu durumu da iyi analiz etmek gerekecektir. Her ne kadar bu süreç başlı başına mesleki bir sorun olarak görünse de suiistimale açık bir ortam doğurdu. Yine de basın kuruluşlarına yönelik, kapital baskısı, gazeteciler üzerindeki dalar elbette bitmedi. Bunun yanında günün koşullarına ayak uyduran TRT Kurumu da bu ortamdan nasibini aldı. AKP iktidarını eleştiri odağında yine bu kurum bulunuyordu.
BİTMEZ BİLMEZ POLEMİKLER
AKP iktidarının basın ile ilişkilerinde en çok tartışılan konular TRT, TMSF’nin el koyduğu medya kuruluşları ve yandaş medya tartışmaları oldu. Bu dönemde dikkat çekici bir başka nokta ise gazetelerin tamamıyla bir siyasi aktör olarak algılanmaları. Deniz Feneri Derneği tartışmalarında da görüldüğü gibi, Başbakan direkt olarak söz konusu konuyu manşete taşıyan gazetenin sahibini hedef alan açıklamalarda bulundu. Bunun da sonunda yine bitmez tükenmez polemikler meydana geldi. Aynı polemik kurgusu çeşitli vesilelerle politik konumlarda da meydana geldi. Medya kuruluşları haber ve yorumları yansıtan, yorumlayan olmaktan çok mevcut duruma taraf olarak algılandı.
Eleştirildi ya da beğenildi. Kısacası basın kuruluşları siyasetin içine çekildi, görevlerine bir noktaya kadar da olsa gölge düşürülmek istendi. Bazı gazetecilerin işlerine son verilmesi ise tüm bu karmaşık ilişkiler ortamında basın-iktidar ilişkilerinin bir sonucu olarak yorumlandı.
MACİT SOYDAN