mamican71 (şimdiye kadar 32 posta) | | Aile kararı mıydı, yoksa kişisel kararı mıydı bir türlü tam öğrenememiştim...
Yakın çevresinin önemli bir kısmına göre, baba istememişti siyasete girmesini... O ise ‘mutlaka girmeliyim’ demiş başka bir şey dememişti...
Türkiye’nin ilk özel televizyonunun sahibiydi...
Milyarlarca dolar parası vardı...
Aile dostları da olan çok ünlü bir işadamının dediğine göre, “ÇEAŞ’dan ve Telsim’den her ay para basmaktaydılar...”
“Dünya üzerinde her ay bu kadar cash (nakit) para basan işadamı sayısı bir elin parmaklarını geçmez...” demişti o ünlü işadamı bir defasında...
Bankaları ve şirketleriyle ilgili haklarında sürekli usülsüzlük ve yolsuzluk iddiaları yapılırdı...
***
Genç Parti’yi kurmuş ve aktif siyasete atılmıştı...
Televizyonların ve gazetelerin başına kardeşi geçmiş, o ise seçim kampanyasını bir televizyon kanalı gibi yönetmeye başlamıştı...
Televizyonculuğun sihrini ve dilini çok iyi bilen patronlardandı...
Yanına reklam dünyasının dahi çocuğu denilen bir adamı almış, onun hap gibi sloganları, beyaz gömlekli, Türk bayraklı görüntüler eşliğinde, şarkıcılardan, türkücülere, bedava dağıtılan yemekten ve döner ekmekten, bir toplu eğlenceyi andıran gösterilere kadar, çok renkli bir seçim kampanyası yapıyordu...
Etrafta bu işten nemalanan ciddi bir lobi oluşmuştu...
Milyonlarca dolar akıtılıyordu seçim kampanyasına ve çevredeki herkes ona “Yüzde 10’u aşacaksınız... Bir dönem sonra iktidardasınız... Kabineyi şimdiden hazırlamalısınız...” diyordu...
***
Çevresinde hep bunları dinlediğinden, mitinglerde hep alkışı hissetiğinden, televizyonda kendisini meydanlarda on binlere hitap ederken gördüğünden o da buna inanıyordu...
Bense kafamda bir şeyi tam olarak çözemiyordum...
Televizyonu, gazeteleri olan bir işadamı aktif siyasete girmeli midir?..
Demokrasi açısından bu adil ve doğru mudur?..
Evet, İtalya’da Berlusconi vardı...
Ancak İtalya’da Berlusconi’nin olmuş olması demokrasilerde Berlusconi’lerin olması gerektiği anlamına mı gelirdi?..
Ben bir gazeteciydim...
Medya gruplarının siyasi duruşlar almalarına karşı çıkacak kadar saftirik olmasam da, medya grubunun patronunun bir siyasi partinin genel başkanı olmasını çok da uygun görmüyordum...
En azından kendimi sıkışmış hissediyordum...
***
İzleyici ne diyecekti bana?..
“Biz seni, bir siyasi partinin borazancıbaşı olarak mı görecektik?..” diye hayıflanmayacak mıydı?..
Beri taraftan medya için, hep bir alternatif iş kapısı olmuştu onlar...
Mesleki rekabeti diri tutmuş, varlıklarıyla tek sesliliğin önüne set çekmişlerdi...
Ben de o sırada o gruptaydım...
Çok fazla bir seçenek yoktu elimde...
Haber bülteni yapmayacaktım...
Çünkü ne olursa olsun, bir siyasi partinin tek taraflı siyasi propagandasının merkezi olma durumu vardı o haber bülteninin...
Buna karşın, o televizyon kanalında, fazla siyasi olmayan yaratıcı televizyon programları yapacak ve kanalın ünlü spor programına yorumcu olarak katılacaktım...
Bazen yollarda sizi görenler, sallama sorular tevcih ederler:
“Şimdi bu programları yapmanın sırası mıydı?..” gibisinden vecizeler türetirler...
Oysa, hayatı boyunca hep dürüst kalmaya yemin etmiş bir gazeteci için, seçenekler her zaman sonsuz ve sınırsız değildir...
İnanmadığı ve demokrasiye uygun bulmadığı bir haber bültenini yapmaktansa, ünlü bir spor programında yorumculuk yapmak evladır...
Para ve güç açısından değil...
İnsanlık ve gazetecilik değerleri açısından...
***
Televizyonculuk dehası, hitabet şovları, renkli görüntüler, konser halini alan mitingler ve hap şeklinde verilen sloganlarla yüzde 7 oranında oy aldı partisi o seçimlerde...
Parlamentoya giremedi, ama iktidarla aktif mücadeleye karar verdi...
Hakkındaki bir sürü yolsuzluk ve usülsüzlük iddialarıyla birlikte, başka bir mecranın içine girdi...
Ben bir gazeteciydim ve 2003 seçimlerinin yapıldığı gün son anonsumu yaptım haber merkezinin başındaki kişi olarak...
O içine girdiği mecrada “Yürüyelim, yıkacağız, ordan burdan destek var...” diyenlerle devam etti...
Bu mecranın sonunda gizlice Fransa’ya giderek, Fransa’dan siyasi iltica hakkı talep etti...
Ben o günlerde aylarca uğraşarak bir televizyon programı protatipi ortaya çıkarttım...
Adı “Hayatım Roman”dı...
Beş bölüm yayınlattım o televizyon kanalında...
Çok rating yaptı, ama işler bir kere bozulmuştu, paramı alamadım...
Programı sonlandırdım...
Bu olaydan beş yıl sonra “Hayatım Roman” programını bir başka kanalda yaptım...
Sadece iki bölüm...
O “Hayatım Roman” bana ikiz çocuk verecek bir sevgilinin hayatıma girdiği romanın bizzat kendisi olacaktı...
O gün haber merkezine devam etmeme kararım, gün gelmiş bana “Hayatım Roman” programı olarak dönmüştü...
O programdan bana tek bir kuruş ödenmemiş ama o program bana sonunda bir sevgili ve ikiz çocuk kazandırmıştı...
Hayat gerçekten roman gibiydi...
*****
FRANSA CEM UZAN İÇİN NE KARAR VERECEK?..
Devlet Bahçeli Beyefendi, “Türk iş hayatında ve siyasi hayatta önemli görevler üstlenmiş bir kişinin, ülkesini terk ederek bir başka ülkeye sığınması, siyasi ahlaka, toplum ahlakıyla ve vatanseverlikle bağdaşmayan bir yaklaşımdır... Tasvip etmiyorum...” dedi...
Ama bu kadar basit değil bu siyasi iltica telabi Türkiye için...
Ben hiçbir zaman siyasi iltica telabinde bulunanları hor görmedim, haksız bulmadım...
“Sen ne biçim Türk’sün, yoksa vatan haini misin?..” diye sormadım...
Bu suçlamayı 12 Eylül darbesinden dolayı Avrupa’dan siyasi iltica isteyenler için de yapmadım, Abdullah Gül’ün “türbanla üniversitede eğitim hakkı isteyen eşi için de..”
Onları haklı görmem değil mesele...
İnsanların, ülkelerinin dışında da başvuracakları bir merci, bir liman, bir adelet mekanizması olması gerektiğine inandığım için...
Benim yurtseverliğim, insanın bireysel özgürlüklerinin ve adaletin önüne geçemez...
Onun için ben Devlet Bahçeli Beyefendi gibi düşünmüyorum...
***
Ama hükümet açısından çok önemli bir nokta var artık...
Türkiye, Fransa veya başka Avrupa ülkeleri nezdinde 12 Eylül darbe dönemi gibi yeniden “siyasi iltica talepleri kabul edilen bir ülke” haline gelirse, bu Türk demokrasisine çok ağır bir darbe vurur...
Fransa 2010 yılından itibaren Türkiye’yi siyasi iltica talepleri kabul edilen ülkeler sınıfından çıkartmayı düşünüyordu...
Ben Fransa’da Paris’te çok kaldım, yaşadım...
Suriye’den, Türkiye’den, üçüncü dünyanın demokrasisi gelişmemiş ülkelerinden siyasi iltica hakkı tanınan mütlecilerin yaşadıkları yerdir Paris...
Onlar Fransa’da özgür yaşarken, geldikleri ülkeler demokrasi liginde sınıfta kalırlar...
Türkiye siyasi iltica taleplerine fırsat verecek bir ülke olmamalı...
Türkiye demokrasisi, “siyasi intikamlardan, devr-i sabıklardan, linç kültürlerinden” uzak durmalı...
Tayyip Erdoğan meseleye bir de bu açıdan bakmalı...
|